Çocukluğumdan Gençliğime…
Zaman nasıl geçiyor anlamıyorsun kendi kendime iç sesinin vermiş olduğu
sırdaşlık beraberinde nerden nereye deyip eskilere dalıyorsun hatta en
derinlere… Çocukluğun masumiyeti hatta belki de tatlığı mı dersiniz?
Orasını pek bilmem de sözümüzün geçtiği abur cuburları yediğimiz o anlar
güzeldi!. Çocukluk arkadaşlarımızla birlikte paylaşmayı, oynamayı onda
olmayınca onunmuş gibi sahip olduğumuz eşyalarımızı paylaşır ve
eğlenirdik!. Şimdi bakıyorum da o mutlu olduğumuz çocukluğumuzdan bir
kare dahi yok maalesef!. Hepimiz bir yerlere savrulduk!. Kendi iç
dünyamızda sorunlarımızla mücadele etmekle boğuşurken paylaşmayı, mutlu
olmayı hatta hatır sormayı bile unuttuk… Hayat nerden
nereye dediğimiz anlar da derin bir nefes çekerken bulduğum benliğimin
içinde kayboluşuma şahit oluyorum. Çocukluk arkadaşlarımı ararken bir
çoğunun evlendiğini hatta çocuklarının olduğunu öğrenince şaşkınlığıma
alı koyamadım. Çünkü bunlar okur dediğimiz arkadaşlarımız ev hanımı olup
yuvalarını çoktan kurmuşlardı. Diğer yandan diğer arkadaşlarımızın
kazandığı bölümleri ve yerlerini duyunca onlar adına çok ama çok
sevindim ve beklemediğim ummadığım yerleri kazanıp ve bir yerlere gelme
çabalarını görünce onlar adına onu re oldum!.. Diğer
yandan kalan çok zekilerimizin haberini alınca hem şok oldum hem de çok
ama çok üzüldüm. Tıp kabiliyetindeki zeki öğrenciler idi. Bir hiç uğruna
beyaz kefene sarılıp göç ettiler. Akılları bulandırıp anne baba
dediğimiz evimizde bizi dünyaya getiren atalarımız bir kağıt parçasına
hem evlatlarının geleceğini hem de bedenini yok saydılar… Toplum olarak
bizler ne yapıyoruz? Bu gidişat nereye kadar böyle gidecek? Hiç
sorguladık mı? Hayır seslerinizi duyar gibiyim!.İşte bu nokta da
değineceğim kutsal görevini yerine getiren değerli öğretmenlerimize
geleceğim…
Sizlere İlkokul ve ortaokul da desteğini
esirgemeyen biz gençlerin yol göstericisi olan yüce gönüllü emektar
öğretmenlerimizden bahsedeceğim. İlkokul öğretmenim Mukkades Yıldız ve
ortaokuldaki Türkçe dersime gelen öğretmenim Şadiye Gündüz Ay ile okul
dönemimde emektar dediğimiz bizzat yaşadığım anlarımı yazacağım. O
zamanlar ufak tefek biriyim hiç unutmam beşinci sınıftayken derse geç
kalmıştım. Bahsettiğim zaman kış zamanı malum sabahçıyız genellikle
kışları sabah karanlık olur!. Asla geç kalmayan ben geç kalmıştım o gün o
kadar korkuyorum ki Mukkades öğretmen çoktan derse girmiş yoklamasını
bile yapmıştı... Sınıfın kapısında bekliyorum. Dersi
bölmek istemiyorum ama girmesem olmaz!. Sırtımdan aşağıya doğru ter
attığımı hissediyorum!. Yukardan gelen ayak sesleri ile kapının önünden
çekilip duvara yaslanıp başımı öne eğdim!. Okulumuzun müdür yardımcısı
beni fark etti ve yanıma doğru geldiğini fark edince işte o zaman dedim
ki inci sen yandın!... Ne yapıyorsun sen burada diye seslenince ben tabi
baş kalkar mı kalkmaz suçu mu biliyorum!. Öğretmenim derken yüzüm
aşağıya doğru bakıyorken derse geç kaldım ve bu yüzden giremedim deyince
gel benim ile kapıyı çalıp hocam öğrenciniz geç kalmış kapıda idi
deyince Mukkades öğretmenin masadan kalktığını bana doğru geldiğini
gördüm. Tamam hocam deyip başka konulara onlar değinince sırama geçtim!.
Tabi suçu mu biliyorum başım önde bir şekilde öğretmenimin bana
kızmasını beklerken hiçbir şey demedi... Geçen hafta
teslim ettiğimiz performans ödevlerine vermiş olduğu notları
açıklıyormuş meğer tam da üzerine gelmişim. İnci diye seslenirken hemen
ayağa kalkıp efendim öğretmenim deyince aferin 90 aldın dedi. İşte o
zaman başımı kaldırıp gözlerimdeki tebessüm ile öğretmenime
bakabilmiştim. Bana günlük tutturan ve sürekli takip eden idi. Beşinci
sınıfı teşekkür belgesi ile bitirirken o sevincim kursağımda kalmıştı.
Hiçbir aile bireyim tarafından kutlanılmadım. Tebrik edilmedim. O yaşta
bile bunu sorun etmeyip kendimi mutlu etmenin yollarını aradım.
Gel
zaman git zaman ortaokula geçtim. Okullar açıldı. Bizler bahçe de
yerimizi alırken yeni öğretmenlerimiz gelmeye başlamıştı. Şadiye
öğretmen hakkında dıştan duruşu ile gösterdiği sertlik nedeniyle hepimiz
ondan çekiniyorduk. Taa ki dersimize gelene kadardı!.. Hayatı
ve okulu paralel anlatırken yüzündeki tebessüm samimi ve içten idi.
Türkçe dersim çok iyi miydi? Çok kötüydü yalan yok bende ama bizleri
derslere itiyordu. Artı ve eksi sistemi vardı. Ödev kontrolleri ve
sözlüler var idi. Buda arkadaşlar arasında bizi çalışmaya
yönlendiriyordu!. Hafta da bir saatimiz de kitap okumaktı. Kitap bana
başlı başına bir eziyet idi. O sıralar yaşadığım sıkıntılar dolasıyla
kafam pekte almıyordu. Şadiye öğretmen kitap size en iyi sırdaştır
deyince ne gibi sırdaşlığı olur ki düşüncesine çoktan girmiştim. İlk
serim Ömer Seyfettin’den olmuştu. Kitabın sayfalarını çevirdikçe
çevirdiğimi fark ettim. Zilin sessini bile duymamıştım. O gün ben
teneffüsleri kullanmadım hatta ders aralarında öğretmenler serbest
bıraktığında kitaba devam ettiğimi fark ediyordum. Bu zamanla daha çok
oturdu zihnimde bendeki yerini almıştı adeta zamanla çevre edinmeye
nasıl ücretsiz kitaplar okuyabilirim düşüncesine kapılmıştım... Bir
süre sonra evime yakın Sümer park vardı. Oradaki büyüklerim ile
iletişime geçerek bana destek olup her hafta kitap okumaya oraya gitmeye
başladım. Bir gün fark ettim ki kutularda kitaplar var. Bunları ne
yapıyorsunuz abi? Köy okullarına gönderiyoruz senin gibi kardeşlerimiz
okusun diye toplayıp gönderiyoruz deyince bir yandan sevinirken nasıl
destek olurum düşüncesine kapıldım. Sabah okula giderken yolda gördüğüm
arkadaşlarıma hepsine tek tek söylemeye başladım. Köy okullarına kitap
topluyorum. Herkes kendi sınıfında duyursun en geç cumaya kadar
toplayalım deyince arkadaşlarımda bu habere sevinip destek oldular.
Kitap serüvenim böylelikle başlamıştı. Bir yandan da günlük yazmaya
devam ediyorum. Yazılarım gün geçtikçe anlam kazanmaya başladı. Zamanla
gazetelerde, sitelerde yazmaya başladım. Sonra bir teklif geldi. Ortak
proje kitabı hiç düşünmeden evet katılırım dedim. Orada babama yer
verdim!. Sonra köşe yazarlığı ve haber sitelerinde yazmaya başladım... Şadiye
öğretmenimin sözlerini hiçbir zaman unutmadım. Hayatımda ilk kez
İstanbul’a gittim. İlk plaketimi orada aldım. İkinci kez İstanbul’a
gitmeme vesile olan Filiz Aldemir’e çok ama çok teşekkür ederim bana
öncülük yaptı ve destek oldu!. İki televizyon programını da onun
eşliğinde yaptık. Biz onunla ilk kez İstanbul’da yüz yüze geldik. Hala
da destekçim bana yardım eden biri iyi ki yazılarını takip edip onun
yazılarını hayatıma bir yön vermişim. Şimdi dördüncü ortak proje
kitabını hazırlarken heyecan içinde çalışmalarımı devam ettirirken
yazılarımda saat kaç olursa olsun saatlerce bana destek olup yazıma
şekil veren Nurhan Işkına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.Her bir
büyüğümün yeri bende ayrıdır. Onları ve dediklerini hep dikkate aldım.
Çünkü ben gelişmeyi, öğrenmeyi istiyorum. Bu konuda hepsi ayrı ayrı
yardımcı oldu!. Çok ama çok teşekkür ederim. Son olarak şunu diyorum!..
Öğretmenlerinizi dinleyin ve okuyun okuyun…
İnci Geçkil
Yorumlar
Yorum Gönder